Türkiye’nin Bilecik ilinde bir kahvehane işleten Fatma Ayaz, “Elektrik bizim her şeyimiz demek! Teknoloji demek —elektrik olmadığında hayat duruyor! Çamaşır yıkayamıyorsunuz, televizyon izleyemiyorsunuz, temizlik yapamıyorsunuz, hiçbir şey yapamıyorsunuz!” diyerek doğrudan konuya giriyor. Günlük yaşamında hem evini çevirebilmek hem de müşterilerine hizmet verebilmek için ucuz elektriğe bağımlı. Daha geniş anlamda ise, enerjiye erişim ihtiyacı tüm ekonominin büyümesi bakımından temel bir önem taşıyor.
Neredeyse 80 milyona yakın bir nüfusu olan Türkiye’de elektrik talebi son yıllarda yıllık yaklaşık yüzde 7 oranında artmıştır ve güvenilir ve temiz elektrik arzını arttırmak için istikrarlı bir şekilde çaba harcanması zorunlu hale gelmiştir. 2000’li yılların başlarından bu yana birbirleri ile bağlantılı olarak alınan bir dizi önlem yoluyla, Türkiye bir yandan bu artan talebi karşılamaya çalışırken bir yandan da özel sektör yatırımlarını ve yenilikçiliği teşvik etmiştir. Tüm bu süreç boyunca da Dünya Bankası Grubu’nun yardımlarından yararlanmıştır.
Bir yandan uzun vadeli sürdürülebilirliği sağlarken aynı zamanda bir ülkenin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bir sektörün dönüştürülmesi neye mal olur? Banka Grubu’nun yirmi yıldan uzun bir süredir yakın bir şekilde çalımalar yaptığı Türkiye elektrik sektörü bu sürecin neler içerdiği ve nasıl yardımcı olabileceğimize ilişkin bir perspektif sunmaktadır.
Kriz ve fırsat
2000-2001 yıllarında, Türkiye büyük bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kaldı. Bu kriz, başka birçok zorluğun yanında, ülkenin elektrik enerjisine ilişkin ilk özelleştirme çabalarından doğan yükümlülükleri özellikle ön plana çıkardı. Hükümetin 1990’lı yıllarda özel yatırımcılar ile yaptığı bazı anlaşmalar, krizi atlatamayacak şekilde yapılandırılmıştı. Hükümet bu sözleşmelerden bazılarını iptal etmek zorunda kalmış, bazı davalar Dünya Bankası Grubu’nun uluslararası yatırım ihtilaflarını ele alan kolu olan ICSID’e kadar taşınmıştı.
O zamanlar Türkiye portföyü üzerinde çalışan bir Dünya Bankası görevlisinin tabiriyle, “bu özel sektörün belini kıran bir dönem olmuştu”—özellikle de ülkenin elektrik sektörüne yatırım yapmaya başlayan özel şirketler için.
Ancak aslında kriz kendini gösterdiğinde Dünya Bankası Grubu duruma yabancı değildi. Türkiye Hükümeti 1990’lı yıllarda özel sektör aktörlerini elektrik piyasasına çekmek için değerlendirdiği seçenekler için Dünya Bankası Grubu da katkılar sağlamıştı. Hükümetin başlangıçta benimsediği özelleştirme modelinin krize dayanıklı olmadığı ortaya çıkmakla birlikte, bu zorlu dönemde yanlarında durduk ve bu kriz daha sürdürülebilir çözümler sunma konusundaki kararlılığımızı yeniden tazelemiştir. Zaman içerisinde bu ortaklık özel şirketlerin sektöre daha istikrarlı ve adil bir şekilde katılımının yolunu açmıştır.
O yıllara geri dönüp baktığımızda bu dönüşümü sürükleyen unsurlar neler olmuştur?