Bu köşe yazısı ilk olarak 19 Şubat 2024 tarihinde Ekonomim'de Türkçe olarak yayınlanmıştır. Wiebke Schloemer Uluslararası Finans Kurumu'nun Türkiye ve Orta Asya Direktörü, Humberto Lopez ise Dünya Bankası'nın Türkiye Ülke Direktörüdür.
Sular altında kalan evler ve sokaklar, kuraklıktan solmuş tarım ürünleri, ormanları yok eden yangınlar ve tahliye edilen insanlar artık iklim değişikliği ile ilgili olarak Türkiye'nin (ve şüphesiz başka birçok ülkenin) gazetelerinde okuduğumuz çok aşina haberler arasında yer alıyor. İklim değişikliği artık bir varsayım değil, bir gerçek haline geldiğinden dolayı bu hiç de şaşırtıcı bir durum değil: küresel sıcaklığın sanayi öncesi seviyelerin 1,48 santigrat derece üzerinde olduğu 2023 yılı şimdiye kadarki en sıcak takvim yılı olarak doğrulandı.
Bu kadar gözler önünde olmayan ancak insanlar ve geçim kaynakları için eşit derecede derin riskler taşıyan bir konu da iklim değişikliğinden kaynaklı ekonomik risklerdir. Bu sadece şirketler suyun azaldığı ve sıcaklığın ve deniz seviyelerinin yükseldiği bir dünyaya uyum sağlamak zorunda kalacakları için değil, aynı zamanda üretim süreçlerini emisyonları azaltacak şekilde uyarlamamaları halinde önemli ihracat pazarlarındaki rekabet güçleri olumsuz etkileneceğinden dolayı da geçerlidir. Öte yandan, şirketler uyum sağladıkları ve daha çevreci hale geldikleri ölçüde daha rekabetçi olacak ve özellikle ilk harekete geçenler pazar paylarını arttırabilecektir.
2026 yılından itibaren vergiler uygulamaya girecek
Türkiye’nin ihracata dönük ekonomisi ve kahverengi işlerde istihdam edilen çok sayıdaki işçisi, özellikle Türkiye’nin ihracatının yüzde 40’ını alan Avrupa Birliği’nde (AB) olmak üzere iklim değişikliğine yol açan karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik küresel çabalardan etkilenmektedir. AB’nin karbon yoğun ürünlere yönelik bir tarife niteliğindeki Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM), AB bünyesinde birliğin önemli bir ihracat pazarı oluşturduğu üreticiler için önemli sonuçlar doğuran emisyon azaltma çabalarının merkezi bir parçasıdır. Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın çimento, demir-çelik ve gübre gibi sektörleri kapsayan geçici aşaması, hâlihazırda üretim proseslerinden kaynaklanan emisyonların açıklanması gerekliliği ile uygulamaya girmiş durumdadır ve bunu takiben 2026 yılından itibaren vergiler uygulamaya girecektir.
Türkiye’nin üretiminin karbon yoğunluğu şu anda AB ortalamasından daha fazladır. Bu durum Türkiye’de üretilen malları 'karbon vergisi' şeklinde ithalat tarifelerine maruz bırakmaktadır ve Türk mallarını düşük karbonlu prosesler kullanan şirketlerin benzer ürünlerine göre daha pahalı hale getirecektir. CBAM'ın uygulanmaya başlamasının, CBAM'dan etkilenen sektörlerde ihracatın azalmasına yol açması beklenmektedir. Öte yandan, CBAM’in tüm ürünleri kapsayacağı 2030 yılı artık çok uzakta değil.
Büyük zorluklar büyük eylemler gerektirir. Bu eylemlerin hem kamu sektörü hem de özel sektör tarafından, ayrıca hem ulusal hem de uluslararası kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu uluslararası kuruluşlar arasında, iklim değişikliğine uyum çabalarında Türkiye’ye eşlik etmek için iyi bir konumda olduğunu düşündüğümüz Dünya Bankası grubu da yer almaktadır. Gerçekten de, bu sorunun analiz edilmesi, bu yönde harekete geçmek için atılması gereken adımların açıklanması ve böyle bir stratejinin finansal gerekliliklerinin (2040 yılına kadar net bugünkü değer bazında yaklaşık 650 milyar ABD Doları) tahmin edilmesi için oldukça fazla çalışmalar yaptık. Bu bilgilere dayalı olarak, tamamlayıcı nitelikteki küresel teknik bilgi birikimimizi ve kamu ve özel sektördeki finansman çözümlerimizi esas alarak ve sınır ötesi yatırımlar için garantiler sağlayarak, Türkiye’de yeşil dönüşümünü desteklemek için daha şimdiden çalışmalar yapmaktayız.
KOBİ desteklerinde aktif rol alıyoruz
Küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin (KOBİ) karbon emisyonlarını azaltmalarına yardımcı olmak amacıyla KOSGEB ve TÜBİTAK tarafından hayata geçirilen 450 milyon ABD Doları tutarındaki Yeşil Sanayi ve iklim değişikliği azaltım ve uyum eylemleriyle ilgilenen küçük işletmelerin iklim finansmanına erişimini artırmak amacıyla Yapı Kredi Leasing'e sağlanan 120 milyon ABD Doları tutarındaki mavi ve yeşil kredi gibi projelerle, şirketlerin yeşil dönüşümünde aktif olarak görev alıyoruz.
Eximbank'a, şirketlerin CBAM gerekliliklerine uyum sağlayabilmeleri için 1 milyar dolarlık kaynağı harekete geçirecek olan 660 milyon dolarlık garanti sağlıyoruz ve önde gelen sanayi gruplarından Sanko Holding'e yeşil sertifikalı üretim tesislerinin inşası gibi faaliyetlerle istihdam yaratmak, rekabetçiliği ve sürdürülebilir büyümeyi teşvik etmek amacıyla 150 milyon dolarlık bir yatırım yapıyoruz. Şirketin merkezi Şubat 2023 depremlerinin merkez üssü olan Gaziantep'te bulunduğundan dolayı, Sanko'ya yapılan yatırım bizim için özellikle önemlidir. Sanko yaklaşık 15 bin kişiye istihdam sağlamaktadır ve depremden etkilenen bölgelerin ekonomisine önemli bir katkı sağlamaktadır.
Yenilenebilir enerji yatırımları
Elektriğin ülkenin karbon emisyonuna en büyük katkıda bulunan faaliyet olduğu düşünüldüğünde, Türkiye ile enerji sektöründeki ortaklığımıza da değinmek gerekir. Enerji sektörünün karbondan arındırılması, kullandıkları motorun (elektrik) temiz ve yeşil hale getirilmesi halinde, sanayi tesislerinin kendi emisyonlarını azaltmaları açısından da hayati önem taşımaktadır. Devam eden çalışmalar arasında, jeotermal, rüzgar ve güneş kaynaklarından elektrik üretimini desteklemek ve enerji verimliliğini teşvik etmek için diğer kalkınma ortaklarından ilave finansman sağlamak amacıyla tasarlanmış analizler ve finansman yer almaktadır. Siyasi risk sigortası teminatlarının sağlanması yoluyla yenilenebilir enerji alanında yapılan çalışmalar da dahil olmak üzere, sektördeki seçici ve stratejik girişimlerle Türkiye'de enerji güvenliğini artırmak ve enerji bileşimini yeniden dengelemek için çalışmalar yapmaktayız. Bu müdahalelerden elde edilen başarılardan bazıları arasında; enerji verimliliği projeleriyle 2023 yılında sağlanan 11 milyon MWh'nin üzerinde enerji tasarrufu, yenilenebilir enerji üretimi ve dağıtımı yoluyla ulaşılan 7 milyona yakın özel sektör şirketi, Güney Marmara Bölgesi'nde temiz elektrik dağıtım şirketlerinin ulaştığı 3 milyon müşteri sayılabilir.
Enerji iletim ağlarını modernize etmek için halihazırda 750 milyon dolarlık bir yatırım Önümüzde yapılacak başka ortak çalışmalar da bulunmaktadır. COP28 sırasında Enerji Bakanı 2035 yılına kadar 60 GW’lık yenilenebilir enerji kapasitesi tesis etme planını açıkladı. Bu Çin ve Hindistan hariç olmak üzere, gelişmekte olan piyasalardaki en iddialı planlardan biridir ve üretim, dağıtım ve iletim alanlarında önemli müdahaleler gerektirecektir. Bu plan için gereken yatırımın yaklaşık 100 milyar dolar olduğunu tahmin ediyoruz ve bunun 2053 yılına kadar net sıfır emisyona katkıda bulunmanın yanı sıra ülkenin enerji güvenliği hedefi doğrultusunda ilerleme kaydetmesini sağlayacağını da öngörüyoruz. Genellikle ‘kazan-kazan’ önermesi olarak adlandırılan şey budur. Evet, kaybedecek zamanımız olmadığından dolayı, enerji iletim ağlarını modernize etmek için halihazırda 750 milyon dolarlık bir yatırım üzerinde çalışıyoruz ve üretim ve dağıtıma özel sektör fonlarının akmasını kolaylaştırmanın yollarını arıyoruz.
Hem iklim değişikliği hem de iş perspektifinden baktığımızda, önümüzde zorlu zamanların bizi beklediğini biliyoruz. Yukarıda bunların birkaçını kısaca inceledik. Ancak unutmayalım ki her zorluk beraberinde bir fırsat getirir. Türk şirketlerinin büyüme ve pazar payını arttırma yolunun yeşil çözümlerden geçmesini sağlamak için birlikte bu zorlukların üstesinden gelebilir ve fırsatlardan yararlanabiliriz.