Türkiye Cumhuriyeti bu hafta 90. kuruluş yıldönümünü kutladı ve daha kutlanacak birçok yıldönümü olacağı aşikar.
Geçtiğimiz birkaç onyıllık dönemde Türkiye birçok ülkenin gıpta ile baktığı etkileyici kalkınma atılımları yapmıştır. 2003 yılında başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı sayesinde artık Türkiye’deki insanların yaşam süresi beklentisi 1990 yılına göre 10 daha uzun ve nüfusun tamamı sağlık sigortası kapsamında.
Türkiye’nin enerji sektörü milyarlarca dolarlık özel sektör yatırımı çekmiş ve daha yeşil bir büyüme sürecinin kilit bir unsuru olarak yenilenebilir enerji üzerinde odaklanmıştır. Ayrıca Türkiye 1999 Marmara Depreminin yıkıcı sonuçlarından dersler çıkararak doğal afet risklerini tahmin etme, azaltma ve müdahale etme kapasitesini geliştirmiştir.
2001 yılından bu yana, Türkiye ekonomisinin büyüklüğü üç katına çıkmıştır ve Türkiye şu anda Avrupa’nın altıncı en büyük ekonomisi konumundadır. Türkiye’nin ekonomik büyümenin faydalarının eşit bir şekilde paylaşılmasını sağlamadaki başarısına değinmek gerekir: yoksulluk oranındaki düşüşün yanı sıra sadece son dört yıl içerisinde yaklaşık 1,5 milyon iş yaratılmıştır. Türkiye’nin büyüyen orta sınıfı hem çekici bir pazar oluşturmaktadır hem de içerici ekonomik kalkınmada ve Türkiye demokrasisinin konsolidasyonunda önemli bir söz sahibidir.
Türkiye’nin başarısı –ve aynı zamanda önündeki zorlukları- daha iyi öğrenmek için bu hafta buraya geldim. Türkiye’nin başarıları özellikle şu anda ekonomik ve siyasi çalkantılar yaşayan komşuları olmak üzere birçok gelişmekte olan ülke için değerli dersler sunmaktadır.
Türkiye’nin Dünya Bankası ile olan ortaklığı 63 yıllık bir geçmişe sahiptir – 1950’den bu yana. Geçen yıllar boyunca ilişkilerimiz evrim geçirmiştir. Bugün Türkiye’nin deneyimlerinin diğer gelişmekte olan ülkeler ile paylaşılmasını ve yeni bir donör ve kalkınma ortağı olarak Türkiye ile işbirliği yapmayı kilit çalışma alanlarımızdan birisi olarak görmekteyiz.
Geçtiğimiz akşam Dünya Bankası ve Türkiye, Türk bankaları ile Borsa İstanbul’u İstanbul’daki Dünya Bankası İslami Finans Merkezinin açılışı için bir araya getirerek yeni bir çığır açtı. Türkiye’nin en güncel teknik yardımların ve danışmanlık hizmetlerinin tasarlanmasında ve sunulmasında ve aynı zamanda İslami finansın büyüme ve kalkınma için nasıl daha anlamlı getirilebileceği konusunda uygulamaya yönelik bilgiler üretilmesinde ve yaygınlaştırılmasında üstlendiği öncü rol ile birlikte, bu Merkezin bu amaçlar doğrultusundaki çalışmalar için bir köşe taşı olacağını ve bir bilgi merkezi olarak hizmet vereceğini umuyorum.
Son yıllarda İslami finans kayda değer bir şekilde büyümüş ve küreselleşmiştir. İslami kurallara uygun finansal varlıkların 1,5 trilyon $ düzeyini geçtiği tahmin edilmektedir. Bahreyn, Endonezya ve Malezya gibi birçok ülke halihazırda büyük İslami finans sektörlerine sahip iken, Lüksemburg ve İngiltere gibi başka ülkeler de bu sektörü geliştirmek istemektedir.
Türkiye’nin başarısına rağmen, ülkenin kendi kalkınma gündemi henüz tamamlanmamıştır. Kadınların işgücüne katılımının arttırılmasından genç ve büyüyen işgücünün beceri düzeylerinin yükseltilmesine kadar aşılması gereken birçok zorluk mevcuttur. Ülkenin ekonomik büyümesinin yurt dışından kısa vadeli sermaye girişine olan bağımlılığının azaltılması için daha fazla yurt içi tasarrufa ve yabancı doğrudan yatırıma ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca, işletme yenilikçiliğinin arttırılması da ekonomik büyümenin hızlandırılmasına yardımcı olabilir; ülkenin iddialı altyapı planlarının finansmanı için finansal sektörün çeşitlendirilmesi ve derinleştirilmesi gerekecektir; ve iş ortamının iyileştirilmesi işletmelere aradıkları istikrarı sağlayacaktır.
Ziyaretim sırasında, bugün gerçekleştirilecek olan 8. Yatırım Danışma Konseyi toplantısında 17 uluslararası şirketin üst düzey yöneticileri ile birlikte bu zorlukları Başbakan Erdoğan ile görüşeceğim. Türkiye önemli bir mesafe kaydetmiştir ancak ülkenin liderleri “orta gelir tuzağına” düşme riskinin farkındadır. Dolayısıyla, Hükümet’in Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yıldönümü olan 2023 için belirlediği iddialı hedefler anlamlıdır. Türkiye bu kazanımlarından dolayı rehavete kapılmamalıdır.
Aynı tavsiyeler uluslararası kalkınma topluluğu için de geçerlidir. Altı ay önce Dünya Bankası Grubu iki hedef belirledi - 2030 yılına kadar aşırı yoksulluğu sona erdirmek ve çalıştığımız ülkelerde nüfusun en düşük gelirli yüzde 40’lık kesimi için ortak refahı arttırmak.
Bu hedeflere ulaşmak için, tüm Dünya Bankası üye ülkelerinin, özel sektörün ve sivil toplumun kararlılığına ve desteğine ihtiyacımız olacaktır. Kendi kalkınma sürecinde kaydettiği ciddi ilerlemeden dolayı Türkiye’nin önemli bir rol oynayabileceğine inanıyorum. Türkiye’nin başarısında sahip olduğu önemli payı göz önüne alarak, Türkiye Hükümeti ile birlikte Türkiye’nin edindiği deneyimlerin ve çıkardığı derslerin bir araya getirilerek başka ülkelerdeki politika yapıcılara sunulmasına yönelik ortak bir proje üzerinde çalışma başlattık. Daha şimdiden çalışma ekiplerimiz bir düzineden fazla ülkeden heyetler getirerek Türkiye’nin deneyimleri hakkında bilgi edinmelerini sağlamıştır.
Türkiye bir kalkınma ortağı ve donör ülke olarak büyük ve sorumlu bir rol oynamak için gerekli geçmişe, kapasiteye ve deneyime dayalı bilgi birikimine sahiptir. Türkiye’nin 90 yıllık geçmişindeki başarılarını sürdürebilmesi, kalan zorlukları aşabilmesi ve deneyimlerini dünyanın dört bir yanındaki ülkeler ile paylaşabilmesi için Türkiye ile olan işbirliğimizi daha da geliştirmek için sabırsızlanıyoruz.
Bu makale Dünya Bankası Grubu Başkanı tarafından yazılmıştır. Bu makalede yer alan ifadeler Dr. Kim’in dün 5. İzmir İktisat Kongresinde yaptığı konuşmaya dayanmaktadır.