Türkiye'nin coğrafi, iklimsel ve sosyoekonomik koşulları, ülkeyi iklim değişikliğinin etkilerine ve diğer çevresel tehlikelere karşı oldukça kırılgan hale getirmekte ve uyum ve dayanıklılığı önemli öncelikler olarak ön plana çıkarmaktadır. Türkiye, Dünya Bankası tarafından seçilen iklim kırılganlığı boyutlarının çoğunda yüksek düzeyde kırılganlığa sahiptir. Ülkenin ulaştırma sistemi benzer ülkelere göre daha kırılgan durumdadır ve ülkede gıda güvenliği sorunları, su stresinde artış ve 2021 orman yangını sezonu gibi benzeri görülmemiş afet olayları yaşanmaktadır. Bu kırılganlık; iklim faktörleri, nüfusun maruziyet durumu (örneğin, taşkın ve orman yangını tehlikelerine maruz kalan nüfus payı) ve sosyoekonomik faktörler (örneğin tarımın ekonomideki payı) gibi etkenlerin bir bileşiminden kaynaklanmaktadır.
Türkiye'nin sera gazı emisyonlarındaki artış ekonomik büyüme hızından daha yavaş olmasına ve kişi başına düşen emisyon seviyesi Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) veya AB ülkelerinden daha düşük olmasına rağmen, Türkiye'de güçlü bir azaltım gündeminin oluşturulması için güçlü bir gerekçe mevcuttur. Elektrik, ulaşım, inşaat ve sanayi sektörlerini de içeren enerji sektörü, ülkenin sera gazı emisyonlarına en büyük katkı yapan sektördür ve toplam emisyonların dörtte üçünü oluşturmaktadır. Yenilenebilir enerjinin (YE) Türkiye'nin elektrik sistemine büyük ölçüde dahil olmasının ve düşük motorizasyon oranlarının da katkısıyla, Türkiye'nin elektrik, ulaştırma ve tarım sektörlerinin karbon yoğunluğu AB ortalamasından daha düşüktür. Bununla birlikte, kömüre olan bağımlılık yüksek düzeydedir ve mevcut yatırım planları kapsamında daha da yoğunlaşması beklenmektedir. Ayrıca, bina sektörünün (konut ve konut dışı) enerji verimliliği de AB ortalamasından daha düşüktür. İmalat sektörünün karbon yoğunluğu AB ortalamasından daha fazladır ve AB'nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasını (CBAM) uygulamaya koyması durumunda bu durum Türkiye'yi risklere maruz bırakacaktır.
Türkiye iddialı iklim değişikliği taahhütlerinde bulunmuştur; Ekim 2021’de Paris Anlaşmasını onaylamış ve 2053 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine ulaşmayı taahhüt etmiştir. Ülke, kısa süre önce oluşturulan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı (ÇŞİDB) ve Ulusal İklim Eylem Değişikliği Planının güncellenmesi dahil olmak üzere, iklim değişikliği konularını ele almaya dönük yeni kurumsal düzenlemeler yapmaktadır. Son yıllarda iklim ile ilişkili olayların yoğunlaşması -taşkınlar, orman yangınları ve deniz kirliliği gibi- ve Avrupa Birliği’nin (AB) Yeşil Mutabakat girişiminin Türkiye ekonomisi için potansiyel etkileri de ülkedeki iklim değişikliği gündeminin aciliyetine katkıda bulunmuştur. Buna paralel olarak, Ukrayna'daki savaş ve bunun beraberinde yaşanan enerji arz kesintileri ve fiyat artışları, Türkiye gibi fosil yakıt ithalatına bağımlı ülkeler için riskleri daha belirgin hale getirerek, enerji güvenliğini ve karşılanabilirliği desteklemek için iklim eyleminin aciliyetini yeniden vurgulamaktadır.
Dünya Bankası Grubu’nun Türkiye için hazırladığı Ülke İklim ve Kalkınma Raporu (CCDR), Türkiye'nin kalkınma hedeflerini son zamanlarda yapmış olduğu iklim değişikliği konusundaki taahhütleriyle uyumlu hale getirme fırsatlarını ve bu bağlamda karşı karşıya kalınabilecek ödünleşimleri araştırmaktadır. Rapor, iklim eyleminin Türkiye'nin büyüme ve kalkınma sürecini nasıl etkileyeceğini ve ülkenin kalkınma hedeflerine ulaşılmasına nasıl katkıda bulunacağını; yeşil teknolojilerin ve sektörlerin sunduğu fırsatları yakalamasına nasıl yardımcı olacağını; dünyanın sera gazı emisyonlarını azalttığı bir dönemde ekonomiyi karbon kilitlenmesi gibi uzun vadeli risklerden veya büyük ölçekli afetlerden nasıl koruyacağını ve adil ve kapsayıcı bir geçişi nasıl destekleyeceğini araştırmaktadır.
Dayanıklı Net Sıfır Yolu
Dayanıklı ve net sıfır emisyonlu kalkınma yolu (RNZP), Türkiye’nin kalkınma ve iklim amaçlarına ulaşmasına yardımcı olabilir, ancak bu mevcut eğilimlerden önemli ölçüde uzaklaşmasını ve önemli politika reformları yapmasını gerektirmektedir. Türkiye'nin kalkınma ve iklim hedeflerini uyumlaştırmak için takip edilebilecek çeşitli muhtemel yollar mevcut olmakla birlikte, Türkiye CCDR raporu uyum ve dayanıklılık eylemlerini 2053 net sıfır taahhüdü ile birleştiren açıklayıcı bir RNZP sunmaktadır. RNZP iki temel ilkeye dayanmaktadır:
- Dayanıklılığı ve uyumu güçlendirmek, tüm ekonomi genelinde uygulanacak bir stratejiyi ve destekleyici bir sosyoekonomik ortamı gerektirmektedir. RNZP, bilgi, teknoloji ve finansmana erişim sağlayarak özel sektörde uyumun desteklenmesine öncelik vermektedir. Kritik kamu varlıklarının, hizmetlerinin ve tarım sistemlerinin dayanıklılığını, arazi kullanım planlarını, su kaynakları yönetimini ve finansal dayanıklılığı (sigorta ve uyuma dönük sosyal koruma ile iklim ve afet risklerinin makroekonomik ve mali politikalara entegrasyonu dahil olmak üzere) arttırmaya yönelik eylemler içermektedir
- Türkiye, 2053 net sıfır emisyon hedefine ulaşabilir, ancak bu birçok ekonomik sektörde büyük değişiklikler gerektirecektir. Bu dönüşüm, enerji sektörünün derin bir şekilde karbonsuzlaştırılmasını; binalarda enerji verimliliği ve elektrifikasyon önlemlerinin bir bileşimini; ulaştırmada mod değişimi, enerji verimliliği ve elektrifikasyon önlemlerini; orman alanlarından karbon tutulumunu en üst düzeye çıkarmak için mevcut uygulamalarda değişiklik yapılmasını ve ekonominin geri kalanında (sanayi tesisleri, tarım, atık yönetimi ve su yönetimi) emisyon azaltma çabalarını içerecektir.
Dayanıklı Net Sıfır Yolu, ekonomi genelinde dayanıklılığı ve uyumu artırmak için birkaç öncelikli alanı ön plana çıkarmaktadır. Bunlar arasında; örneğin iklim ve afet riski bilgilerinin kamu tarafından sağlanmasını yaygınlaştırarak şirketlerin ve insanların uyumunu kolaylaştırma ihtiyacı; arazi kullanım planlarının uyumlaştırılması ve kritik kamu varlıklarının ve hizmetlerinin korunması (su ile ilgili halihazırda ciddi düzeyde olan ve giderek artmakta olan risklere karşı dayanıklılığın güçlendirilmesini içerecektir); uyum, dayanıklılık ve afet riski finansmanının makro-mali politikalara dahil edilmesi (iklim değişikliği ve afetlerin ekonomik maliyetlerinin değerlendirilmesi dahil olmak üzere) ve şarta bağlı yükümlülüklerin mali politikalara, bütçe tahsislerine ve kamu yatırımlarına yansıtılması yer almaktadır.
RNZP’de, son kullanıcı sektörlerinin elektrifikasyonu sebebiyle talepteki artışa rağmen, elektrik sektörünün emisyonları 2040 yılına kadar önemli ölçüde azaltılmaktadır. Karbon kısıdının olmadığı bir durumda dahi, yeni kömür yakıtlı santrallere ne ihtiyaç duyulmaktadır ne de artan elektrik talebinin karşılanmasındaki en düşük maliyetli seçenektir. Bunun yerine, son on yıllık dönemde yenilenebilir enerji kapasitesini üç katına çıkardığı performansı göz önüne alındığında, Türkiye yerli güneş ve rüzgar enerjisine yapılan en düşük maliyetli yatırımları hızlandırarak ve enerji verimliliğine, batarya ve pompaj depolamalı tesislere, jeotermal enerjiye ve karbon yakalama ve depolama ile birlikte gerçekleştirilen gaz yakıtlı üretime (ve yapımı devam eden nükleer santralin tamamlanmasına) yatırım yaparak enerji güvenliğini sağlayabilir. Bu, emisyonları azaltma ve ithal kömür, doğal gaz ve petrole olan bağımlılığı azaltarak enerji güvenliğini arttırma gibi ek faydaların yanında, ülkenin büyüme hedefini destekleyici bir şekilde 2053 yılına kadar iki katına çıkacak enerji talebini karşılamasını sağlayacaktır.
Orman alanlarından kaynaklanan negatif emisyonlar, Türkiye'nin azaltımın zor olduğu sektörlerdeki önemli artık emisyonlarla net sıfır emisyon elde etmesini sağlayarak RNZP'de önemli bir rol oynamaktadır, ancak bu aynı zamanda riskler de oluşturmaktadır. Ormanlarda karbon depolaması, orman yangınları gibi iklimsel ve ekonomik faktörlere karşı kırılgandır. Bu nedenle, net sıfıra yönelik sağlam bir strateji, örneğin giderek sıklaşan orman yangınları nedeniyle ormanlardan kaynaklanan negatif emisyonların imkansız olduğunun ortaya çıkması durumunda, emisyon yapan sektörlerde nasıl daha fazlasının yapılabileceğini değerlendirmelidir.
Net Sıfırdan Elde Edilecek Net Kazanımlar
RNZP, kalkınmayı iklimle ilgili hedeflerle uyumlaştırmanın uygulanabilirlik durumunu ve genel faydalarını göstermektedir. Türkiye tükettiği doğal gazın yüzde 99'unu ve petrolün yüzde 93'ünü ithal ettiğinden dolayı, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji, enerji ithalatını ve harcamalarını, hava kirliliğini ve küresel enerji piyasalarındaki aksaklıklara karşı kırılganlıkları azaltarak büyük faydalar sağlayabilir. Tüm maliyetler ve yan faydalar hesaba katıldığında, RNZP'nin 2022–30 dönemindeki net ekonomik etkisi pozitiftir ve daha uzun zaman dilimlerini düşündüğümüzde bu etki daha da artmaktadır: RNZP, 2022–30'da net 15 milyar dolar ve 2022–40 döneminde 146 milyar dolar kazanç sağlamaktadır; bunda büyük ölçüde azalan yakıt ithalatı ve hava kirliliğinin azalmasıyla sağlanan sağlık faydaları rol oynamaktadır.
Türkiye’nin iklim taahhütlerinin yerine getirilmesi net ekonomik kazanımlar sağlayacaktır, ancak bunun için büyük kamu ve özel sektör yatırımları gerekecektir. Türkiye ekonomisinin büyüklüğü ile karşılaştırıldığında bu yatırımlar yönetilebilir durumdadır. Baz senaryo ile karşılaştırıldığında, Türkiye'nin dayanıklı net sıfır yolunda ilerlemek için 2022–30 döneminde (bugünkü değer bazında) ilave 68 milyar ABD$ daha yatırım yapması gerekecektir. 2022-40 dönemi için bu yatırım miktarı 165 milyar ABD$’na çıkmaktadır. Bu miktar, aynı dönem için ülkenin GSYH’sının yaklaşık yüzde 1’ine tekabül etmektedir ve cari açığı, ticaret dengesini ve kamu borcunu önemli ölçüde etkilemeyecektir. Makroekonomik simülasyonlar, bu dönüşümün GSYİH'ya küçük bir destek (2030 itibariyle yaklaşık yüzde 1'lik bir artış) ve istihdamda net kazanım sağlayacağını göstermektedir. Bununla birlikte, bu dönüşümün başarısı, istikrarlı bir makroekonomik durum ve özel yatırımcıları çekmek ve maliyetleri en aza indirmek için iyi